Kitap Özeti

Eylül:

KİTABIN ADI: EYLÜL

KİTABIN YAZARI: MEHMET RAUF

YAYINEVİ: ÖTÜKEN YAYINEVİ

BASIM TARİHİ: 1986

KONUSU : Suad ve Necip arasında geçen yasak ilişkinin gelişimi ve hazin sonu.

KİTABIN ÖZETİ

Suad, Necip ve Süreyya bir takım ortak özelliklere sahiptirler. Üçü de yalnızdır. Süreyya, beş yıldır evli olduğu karısı Suad ile birlikte, babasının Bakırköy’deki şehre uzak bir bağ evinde oturmaktadır. Fakat hayatından memnun değildir. O, Boğaz’da veya Ada’da denize yakın yerlerde geçirecek günlerinin özlemini duyar. Belki ölmüş çocuğunun hatırası, belki babasının otoritesi bu özlemi ona hissetiriyor, yalnızlıktan kurtulmaya zorluyor. Babasının yüzünden her yaz bağ evine gelirler ve sıkıntıdan patlarlar. Süreyyanın hasreti deniz, sahil, serinliktir. Suad, yoksulluk ve aile geçimsizliği içinde büyüdüğünden acıyı tanıyor. Bunun için çok şey istemeden de yaşamaya hazır. Beş yıldan beri hayat arkadaşı olarak kocasını görmüştü. Ama kocasıyla aralarında bir yakınlık olmadığı zamanla ortaya çıktı. Kendisi musikiyi seviyor, Süreyya hoşlanmıyor. Süreyya denize aşık, Suad denizi sevmiyor…
Suad’ı sinirlendiren tek şey, Süreyya’nın kız kardeşi Hacer’in bir yandan hala çocuğu Necip’le gönül eğlendirirken diğer yandan kıskanç ve alaylı bakışlarıyla herkesi tedirgin etmesidir. Halbuki Hacer’in kocası Fatin Bey, kendi halinde, karısını mutlu görmekten başka maksadı olmayan bir adamdır. Aslında Fatin Bey ve Beyefendiden başka herkes bu monotonluktan şikayetçidirler ve değişiklik istemektedirler.
Süreyya, karısını alıp rahat edebilecekleri bir yalıya götürememenin azabı içindeyken, Suad, kendi babasına bir mektup yazar. Ondan gelen parayla Boğaz’da Yenimahalle’ye yakın bir yerde güzel bir yalı kiralar Süreyya buna çok sevinmiştir. Hemen yalıya taşınırlar.
Hem akrabaları, hem de yakın dostları olan Necip de bir müddet sonra yalıya gelir. Sandal gezintileri, yelken ve balık alemi süreyya’nın vazgeçemediği zevki olmuştur. Süreyya denizdeyken, Necip ile Suad piyanonun başına geçerler, tanınmış opera parçalarını söyleyerek oyalanırlar.
Necip ile Suad’ın başbaşa geçirdikleri bu uzun yaz tatili tesirini göstermekte geçikmez. Aslında Suad, yalıya taşındıklarından Necip’in geldiği zaman arasında geçen ilk on gün içinde, sebebini düşünmeden onun yolunu beklemiştir. Necip, dost saydığı, saygı duyduğu Suad’ı bu başbaşa geçen gün ve saatlerin sonunda derin bir aşkla sevdiğini hissetmiştir. Önceleri, kendisine ve Süreyya’nın dostluğuna yakıştıramadığı bu aşktan kolaylıkla kurtulabileceğini sanır. Ama bu tutkunlukluk gitgide artarak Necip’in buhranlar ve çaresizlikler içinde kalmasına sebep olur. Necip’te kapalı yeni baştan yaşamak arzusu vardır. Onlara bu arzuyu veren, birbirlerine karşı duydukları imkansız aşktır. Suad ve Necip birbirlerini sevdiklerini anladıktan, kavuşmalarının mümkün olmadığını öğrendikten sonra, dış dünya ile ilgilerini keserler. Araya giren namus ve sadakat düşüncesi aşkın saadeti yerine, onlara daha çok acı çektirir hale gelir. Necip için tek kurtuluş yolu yalıdan uzaklaşmaktır. Giderken, Suad’ın piyanonun üzerinde duran eldiveninin bir tanesini hatıra olarak götürmekten kendisini alamaz.
Bir müddet sonra Necip’in tifoya yakalandığı haberi gelir. Süreyya ve Suad üzüntülü haftalar geçirirler. Tehlikeli devre atlatılınca da Necip’i ziyarete giderler. Necip uzun zaman hastalıkla yaptığı mücadeleden dolayı yorgun ve bitkindir. Özellikle sinirleri çok zayıftır. Suad’ı başucunda görünce kendisine hakim olamaz ve duygularını belli eder. Hacer, hastalığın şiddetli günlerinde Necip baygın yatarken onun yastığının altında Suad’ın eldivenini bulur. Aile, bir arada hasta hakkında konuşurlarken Süreyya’nın annesi bu olayı hatırlar. Hacer eldiveni sakladığı yerden çıkarır. Suad, kaybettiğini sandığı eldiveni görünce sarsılır. Necip de sapsarı kesilir. Böylece ikisi de birbirlerine karşı olan hislerini belli ederler.
Necip, hastalıktan sonraki iyileşme devresini Boğaziçi’ndeki yalıda geçirmeye zorlanır. Aslında Süreyyalara gitmek taraftarı değildir. Aksine onlardan kaçmak ister.
Ancak, mücadele gücü olmadığı için Süreyya ile Suad’ın davetini kabul etmek zorunda kalır.
Yaz, sessiz bir anlaşma halinde bir rüya gibi geçer. Karısına, kışı da Boğaz’da geçirmeyi vadettiği halde Eylül gelince Süreyya konağa iner. Necip ile Suad arasındaki duyguları çoktan sezmiştir. Necip artık yalıya geldiği gibi sık sık konağa gelmemektedir. Hacer’in kıskanç davranışları, onların bakışlarından, davranışlarından mana çıkarmaya çalışan hali ikisine de zor günler yaşatır. Birbirlerini buldukları zaman, ister istemez kaybetmektedirler. Suad, Necip’i konaktan uzak tutmak için ilgisiz davranmaya çalışır. Necip ise Suad’a geldiğini belli etmemek için Hacer’le ilgileniyormuş gibi görünür. Böylece araya şüpheler, kıskançlık ve kırgınlıklar girer. Necip’in yeniden ateşlendiği ve konakta kimsenin bulunmadığı bir sırada birbirlerini sevdiklerini itiraf ederler. Suad, tek eldiveni de Necip’e verir. Bu tek eldiven Suad’a göre onun kalbinin diğer yarısıdır.
Bir gece konağın bir bölümünden alevler yükselir. Dumandan ve korkudan dışarı fırlayanlar, canlarını kurtarma telaşına kapılanlar, Suad’ın ortalarda olmadığını farkederler. Süreyya, alevlere karşı Suad diye feryat eder ama karısını kurtaracak bir harekette bulunmaz. Necip, alevlerin arasına dalarak Suad’ı kurtamaya çalışır. Fakat ikisi de çöken tavanın iyice büyüttüğü alevler içinde yanarak ölürler.

KİTABIN ANA FİKRİ : Dar görüşler ve kıskanç davranışlarla birlikte, yasak aşk her ne kadar milli ahlaka karşı olsa da anlayışla karşılanmalıdır.

ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Süreyya : Suad’ın kocası. Saadeti deniz kenarında bir yalıda arayan bir adam. Karısını seviyor. Aynı zamanda para sıkıntısı içinde olup hayat ve kalabalık isteyen biri.
Suad : Süreyya’nın karısı. İnce ve hassas bir kadın. Aşk ile sadakat arasında bocalayıp duran bir kişiliği var.
Necip : Süreyya’nın hala çocuğu. Otuz yaşlarında, genç, yakışıklı ve zarif bir adam. Tanıdığı kadınlar arasında istediğini bulamayan ve evlenmekten kaçen dürüst biri.
Hacer : Süreyya’nın kız kardeşi. Neşeli eğlenceyi seven kocasına ilgisiz, Necip’le gönül eğlendiren kıskanç biri. Ama iyice incelendiğinde diğer kahramanlar gibi yalnız bir insan.
Fatin : Hacer’in kocası. Kendi halinde, yemeğe ve paraya düşkün bir adam.

ŞAHSİ GÖRÜŞLER : Şahıslar oldukça az, olaylar basit ve kahramanların yaşadığı hayat sadedir. Kahramanlar oldukça başarılı bir şekilde tahlil edilmiştir. Her romanda ki gibi mutlu sonla bitmemesi bu romanı oldukça değişik kılmıştır. Romanda hareket oldukça azdır, tabiyata geniş yer verilmiştir.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ : (1875-1931) Servet-i Fünun dönemi romancılarındandır. Bahriye mektebini bitirerek deniz subayı oldu. Girit ve Almanya’ya gönderildi. 1908’den sonra bahriyeden ayrıldı, hayatını yazı yazarak sürdürdü. Cumhuriyet döneminde bazı dergiler çıkardı.
İlk hikayesi, on altı yaşındayken Halit Ziya’nın İzmir’de çıkardığı Hizmet gazetesinde basıldı. Daha sonra İstanbul’da Mektep dergisinde yazmaya başladı. Garam-ı
Şebab adlı romanı İkdam’da basıldı. Servet-i Fünun topluluğuna katıldı. Mensur şiir, hikaye, roman ve tiyatro türlerinde otuzdan fazla eseri vardır. Ona büyük şöhret sağlayan eseri Eylül romanıdır.
Hikayeleri: İhtizar(1909), Aşıkane(1909), Son Emel(1913), Hanımlar Arasında(1914), Menekşe(1915), Bir Aşkın Tarihi(1915), Kadın İsterse(1919), Üç Hikaye(1919), Pervaneler Gibi(1920), İlk Temas İlk Zevk(1923), Aşk Kadını(1923), Eski Aşk Geceleri(1924), Gözlerin Aşkı(1924).
Mensur Şiir: Siyah İnciler(1901).
Tiyatro: Ferdi ve Şürekası(1909), Pençe(1909), Cidal(1911), Yağmurdan Doluya(1919), Sansar(1920).

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç:

Romanın Kısa Özeti

Halley Kuyruklu Yıldızı’nın dünyaya çarpacağı söylentisi mahalle halkı tarafından dedikodu konusu olan bir olaydır. Özellikle kadınlar, şuradan buradan duydukları yalan yanlış haberleri, bire bin katarak birbirlerine anlatırlar. Genç ve hevesli bir gazeteci olan İrfan Galip Bey, genç bir kadının kendisine müspet cevap vermemesi dolayısıyla bütün kadınlara düşman olmuştur. Bu bilgisiz kadınları kandırarak onlardan öcünü almak ister. Bu doğrultuda bir konferans düzenler, mahalledeki tüm kadınları çağırır ve kuyruklu yıldızın dünyaya çarptığını rüyasında görmüş gibi anlatır. Hatta daha etkili olması için hizmetçilerine çeşitli gürültü ve ses oyunları yaptırır.

Bu konferanslar devam ederken bir isimsiz mektup alır. Mektup, genç bir kadından gelmektedir. Çok samimi bir üslupta yazılmıştır ve kuyruklu yıldız hakkında malumat istenmektedir. İrfan Galip, bu mektubu yazan kadına âşık olur ve cevaben çok duygulu bir aşk mektubu yazar. Uzun süren yazışmalar sonunda kadın evlenmeyi kabul eder fakat düğünün kuyruklu yıldızın dünyaya çarpacağı gece olmasını ister. İrfan Galip bunu kabul eder. Düğün gününe kadar hiç görüşmezler. Zifaf gecesi birbirlerini ilk defa görüyor olmanın heyecanıyla konuşmaya dalarlar ve kuyruklu yıldızın çarpma anını kaçırırlar. Fakat zaten anormal bir şey olmaz. Roman, yeni evlenen bu iki gencin saadetiyle sona erer.

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç Romanında Evlilik Kurumu ve Kadına Bakış

Denilebilir ki roman, fantastik unsurlarla süslenerek, aslında Türk toplumundaki evlilik kurumunu eleştirir. Romanın ana karakteri İrfan Galip’e göre evlilik, yaşadığı toplumda sadece uyulması şart bir âdeti yerine getirmek için yapılan bir eylemdir. Hal böyle olunca şiddetli geçimsizlikler kaçınılmazdır. Zira ona göre, karı koca arasında, hisçe, terbiyece, zevkçe bir uygunluk olmalıdır. Çünkü o, kendisine “eş ola[rak] el ele vererek gençliğin aşk dolu hayallerinde, altın ufuklarında ortak bir yükselme zevkiyle uçacak bir melek”[2] aramaktadır.

Romanın yazıldığı dönem göz önüne alındığında sosyal hayatta kadın ve erkeğin bir arada olmadığı görülecektir. İşte bu durumun sonucu olarak İrfan Galip, kadınlar hakkında yanlış düşüncelere sahiptir. Çünkü onun yakinen gördüğü kadınlar sadece aynı mahallede yaşadığı komşularından ibarettir. Galata, Beyoğlu gibi eğlence merkezlerinde kadın ve erkeğin birlikte vakit geçirebileceği kahvehane, pastane tarzı yerler varsa bile, İrfan Galip mizacı gereği böyle yerlere uğramaz. Bütün bunların üstüne, zaten çok kısıtlı olan imkânlara rağmen bir kadını beğenip ona hislerini söylemek istediğinde kendisiyle alay edilen İrfan Galip, kadınlara düşman kesilir. Ona göre artık her kadın mezarlıklarda çömelip kâğıt helva yemeği eğlence sanan aşağılık bir yaratıktır.

Fakat bu düşüncesi aldığı bir isimsiz mektupla tamamen değişir. Bu durum bir kurgu boşluğu olarak görülebilir. Lakin hayatında hiç hayalini kurduğu kadın tipine rastlamayan İrfan Galip’in bu mektuba aşırı reaksiyon göstermesi de makul karşılanabilir. Yine de hiç tanımadığı bir kadına evlilik teklif etmek, hatta hiç yüzünü görmeden evlenmeye razı olmak pek de akıllıca bir iş olmasa gerektir. Hüseyin Rahmi’nin kadın ve erkek hakkındaki düşünceleri göz önüne alınırsa buradan erkeğin ne kadar safiyane duygular içinde olduğu, bir mektuptan yazarının durumunu çıkarabildiği düşünülerek erkeğin kadına karşı üstün olduğu çıkarılabilir.

İrfan Galip’e mektup yazan meçhul kadın, yani Feriha Davut, romandaki olumlu karakterde çizilmiş tek kadındır. Bir kere eğitimli oluşuyla, spora olan merakıyla diğer kadınlardan ayrılır. Mektuplarına attığı “kadın olduğuna üzülen bir zavallı” imzası, Feriha Davut’un yine Hüseyin Rahmi’nin kadın üzerine düşünceleri akla getirildiğinde ütopik bir karakter olduğu söylenebilir. Bu duruma örnek olarak, romanda bu kadının ailesinden, özellikle babasından hemen hemen hiç söz edilmemesi, çünkü o dönemde böyle ileri görüşlü ailelerin olmaması gösterilebilir.

Feriha Davut da evlilik konusunda İrfan Galip’le aynı düşünceler içindedir. İrfan Galip’i ilk gördüğünde, “İşte fikrime yakın bir bey… Gördüğü gibi yaşamakla yetinmeyip milletlerin yaşayışlarına tenezzül eden bir Türk”[3] diye düşünür. Hâlbuki İrfan Galip, batılı devletlerin sadece yaşayışlarıyla ilgilenmez. Bilim ve teknolojiyi yakından takip eder. Sıradan bir Osmanlı gencine göre son derece donanımlıdır. Bu yönüyle İrfan Galip şahsında Hüseyin Rahmi’nin kendisine de görebiliriz. Nitekim Hüseyin Rahmi de İrfan Galip gibi çok kere efsane söylentilere karşı pozitif bilimleri savunmuştur.

Feriha, Davut’u sıradan bir Osmanlı kadınından ayıran bir diğer özellik, seçilen değil seçen konumda olmasıdır. İrfan Galip’e yazdığı ilk mektuptan itibaren aslında onu daha önce gördüğü bellidir. Sadece bir oyun oynamak istemiştir. Hatta İrfan Galip’in kendisi hakkında yanlış bilgiler edinmesine sağlar; kendisinin servet düşmanı bir fahişe şeklinde tanıtır. Fakat İrfan Galip bunların hiç birine aldanmaz. Bir nevi sınavı geçerek Feriha ile evlenmeye hak kazanır.

Feriha Davut, geleneklere uymadığı gibi, onları değiştirerek yenilikçi bir rol üstlenir. Kız isteme, nişan, düğün gibi törenler Feriha’nın istediği gibi yapılır. Ve bu kararlarında kimse ona karşı çıkamaz. İrfan Galip, böyle bir kadının hayatta yalnızca bir kere karşısına çıkacağını bildiği için tüm şartları kabul eder.

Romanın son sahnesi, yani gelin ve damadın ilk defa yüz yüze gelmesi, tüm sırların açığa çıkmasını sağlar. İrfan Galip ve Feriha Davut müstakbel eşlerinin tam aradıkları gibi bir insan çıkması sebebiyle çok mutlu olurlar. Feriha Davut, oynadığı tüm oyunları bir bir anlatır. İrfan Galip, evlilik hakkında düşündüğü bütün müspet düşüncelere karşısındaki kadının da sahip olduğunu görünce şaşırmaktan başka elinden bir şey gelmez. Onları birleştiren Halley Kuyruklu Yıldızı altında evliliğe birlikte adım atarlar.

Sonuç

Hüseyin Rahmi Gürpınar, Kuyruklu Yıldız Altında İzdivaç adlı romanında, Osmanlı toplumundaki evlilik anlayışını eleştirirken konunun ana sorunlarını tespit etmekle kalmamış, okura eşitli çözüm önerileri sunmuştur. İrfan Galip’in konferansı dinlemeye gelen kadınlara anlattığı rüya, Binbir Gece Masalları ve Muhayyelat-ı Aziz Efendi’de de görülen hikâye içinde hikâye anlatma tekniği olarak görülebilir. Bu tekniğin bir romanda kullanılması ayrıca önemlidir. Sonuç olarak Hüseyin Rahmi Gürpınar, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç adlı eseriyle edebiyatımızda müstesna bir yere sahiptir.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol